Bir İnternet Biyografisi : Johnny Ryan – İnternetin Geçmişi Ve Dijital Gelecek Kitap Analizi



  Bir İnternet Biyografisi : Johnny Ryan – İnternetin Geçmişi Ve Dijital Gelecek Kitap Analizi

Yazar:  Aybike ERDEM

    Johnny Ryan, “The Irish Times” gazetesinin Teknolojik Buluşlar ve Yenilikler Başyazarı’dır. Aynı zamanda Cambridge Üniversitesi İşletme Fakültesi bünyesindeki dijital çevre stratejisi ve pazarlama grubunun çalışma ortaklarından biridir. Edindiği birikimi 2010 yılında bir kitapta toplamak isteyen Ryan’ın asıl amacı kendi deyimiyle “sanayi çağının birer meyveleri” olan bizlere içinde yaşadığımız “dijital çağın” bireyden topluma, ekonomiden siyasete nasıl bir değişim ve dönüşüme yol açtığını güvenilir kaynaklardan verilerle birlikte paragraf aralarına ilginç bilgiler yerleştirerek akademik sohbet havasında aktarmaktır. Kısacası Ryan, kitap boyunca herkesin anlayabileceği, akıcı diliyle soyut bir alan olan internetin gelişip somut olan bizlere nasıl hükmetmeye başladığının öyküsünü anlatmaktadır. Johnny Ryan, içinde yaşadığımız dijital çağın diğer çağlardan ayırt edici özelliğini, merkezi bir noktasının bulunmayışını açıklayıp kitabına başlarken internetin ve bugün bildiğimiz anlamıyla ona bağlı olan diğer tüm ağların ortaya çıkışının kısmen de olsa “Soğuk Savaş” döneminde yaşanan nükleer caydırıcılığın sonucu olduğuna dikkat çekmektedir. Ryan, bu bağlamda nükleer korkunun internetin gelişimi açısından itici güç olduğunu savunmaktadır. Kitapta Amerika Birleşik Devletleri merkezli düşünce kuruluşu olan RAND’ta çalışan Paul Baran’ın olası bir nükleer saldırıda iletişim ağlarının kopmasına karşı “nükleer geçirmez bir haberleşme” tasarlaması Ryan tarafından dijital çağı ve onun büyük dönüşümünü başlatan nokta olarak ele alınmaktadır. Baran’ın geliştirdiği sistem, ağ kullanılamaz hale geldiğinde iletişim için başka bir güzergahı da içeren bir yapıdan oluşmaktaydı. Dolayısıyla geleneksel “merkezden ağlara” tarzındaki iletişimden oldukça farklıydı. Bir yandan Baran’ın ve ardıllarının bu sistemi nasıl geliştirdiği ve yaygınlaştırdığı incelenirken bir yandan da kitapta her ne kadar bilgi yarışının Soğuk Savaş’tan kalma bir miras olsa da internetin kökenlerinin aslında II. Dünya Savaşı sırasında atıldığının belirtilmesi bizi internetin sandığımız kadar yeni olmadığı görüşüne yöneltmektedir.  Bunlara ek olarak Soğuk Savaş’ta muharipler arasında sıcak bir teknolojik savaşın yaşandığını vurgulayan Ryan, bilgisayarların ve internetin gelişimini bir biyografiye yakışacak şekilde aşamalar halinde ele almaktadır. Ancak bu gelişim serüveninde internetin gelişimi sadece ağların ya da bilgisayarların geliştirilmesine bağlı olarak ele alınmamaktadır. Örneğin Spacewar, World of Warcraft gibi bilgisayar oyunları, Metallica’nın “Until It Sleeps” şarkısının internet ortamında kopyalanması ve bu olayla birlikte müzik korsanlığının başlaması da Ryan’a göre bu gelişimde pay sahibidir. Çünkü her yeni olumlu ve olumsuz gelişmede yeni dünya, eski dünya ile etkileşime girerek muhtemel olumlu ve muhtemel olumsuz gelişmelere yol açmışlardır. Bu bakımdan Ryan, kitap boyunca internetin gelişimindeki büyük adımlardan ziyade büyük adımları oluşturan küçük adımlara odaklanmaktadır.    Ryan’a göre Soğuk Savaş döneminde ABD başkanına, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB )  teknolojik gücünün oldukça abartıldığı ve ABD savunma sanayisine daha çok bütçe ayrılması gerektiği yönünde hazırlanan “Gaither Raporu”nun sunulması nihayetinde SSCB ile rekabet için Pentagon bünyesinde bir araştırma ajansı olan ARPA’nın, uzay alanındaki rekabet için ise Ulusal Havacılık ve Uzay Ajansı (NASA)’nın kurulmasına yol açmıştır. Sonrasında ARPA’daki araştırmacılar, günümüz internetinin atası sayılabilecek ve yine günümüz internetine kıyasla daha basit bir prensiple çalışan personeller arası bir ağ kurmuşlardır: ARPANET.   Silikon Vadisi’nin çocukları sayesinde somut dünyada tarih 1970’leri gösterirken ARPA’nın işler durumdaki ağ sayısı artmış bu gelişmelerin her bir aşamasında merkezi sistem “merkezkaç” sistemine doğru evrilmiştir. Fakat ağlar ve bilgisayarlar hala bir şeyden muhtaç durumdaydılar: daha çok insan! Ryan, bu sorunun çözülmesinde ise bilgisayarların ucuzlaması, hızlanması ve yaygınlaşmasının rol oynadığını belirtirken 2007’de ilk Iphone’nun piyasaya çıkmasını bilgisayarların kapasitesindeki artış yönünden ayrı bir yere koymaktadır. Nitekim ona göre bu kapasite artışı, Apple’ın ve Iphone’un interaktif bir şekilde geliştirilmesinden kaynaklanmaktaydı. Diğer bir yandan Ryan, internetin coğrafyayı öldürdüğünü söyleyerek bir yandan onun yakınlaştırıcı özelliğine fakat e-ticarette meydana gelmiş olan nokta-com çılgınlığına değinerek de bu sanal kalabalığın potansiyel tehlikesinden birer kesit sunmaktadır adeta.  Söz konusu sanal kalabalıkların gezindiği ağlar, günümüz “viral kültürü”ne çok benzer şekilde kendisine bağlanan kişi sayısı kadar değerliydi.  Ryan, bu değerin 1980 sonrasında “Netizens” ( İnternet Vatandaşlığı ) kültürünü oluşturduğunu savunmaktadır. Ryan, aynı zamanda internetin kinetik dünyaya entegre edilmesine verilen tepkilerin de karşılaştırmasını yapmaktadır.  Karşılaştırmasına göre askeri ağlarla başlayan internet, küresel internete geçerken devletler teşvik edici davranmış özel şirketler ise isteksiz davranmışlardır. Ancak e-ticaretin başlamasıyla birlikte özel şirketler kar oranlarının da artmasının etkisiyle ikna olmuşlardır. Bugün ise belki tam tersinden söz edebiliriz. Örneğin günümüzde özel şirketler internetsiz bir dünyayı düşünemezken devletler her ne kadar avantajlarından yararlansalar da artık interneti denetlenmesi ve düzenlenmesi gereken beşinci bir boyut olarak ele almaktadırlar. 1990’lı yıllara gelindiğinde bir yandan bu küresel ağı kimin yöneteceği önem arz eden bir soru olarak karşımıza çıkarken bir yandan da Avrupa Nükleer Araştırmalar Merkezi (CERN), verileri düzenlemek için www ( world wide web)  kimliğini oluşturmuştur. Bizler bugün her bilgiyi “www” sayesinde her gün düzenlemekteyiz. 1997’de ise “Google” sahneye çıkarken Ryan, Google’ın ad seçiminin tesadüf olmadığını bizlere aktarmaktadır. Çünkü “Google” adı çok büyük bir sayıyı ifade eden “yüz sıfırlı bir” anlamındaki “Googol” kelimesinden esinlenilmiştir. Zaten Google’ın temel prensibi de esin kaynağına yakışacak şekilde Web’teki sınırsız miktardaki bilgiyi organize edebilme yeteneğidir.    Başka bir perspektiften bakacak olursak internet yeni pazar alanı haline gelmiştir ve birçok şeyi metalaştırmıştır. Bu metalaşma, nokta-com çılgınlığını tetiklemiş ve kitaptaki birebir ifadeyle “çaba gösterilmeden kazanılan yüksek meblağlardaki para internet kullanıcısı olan dünyanın farklı yerlerindeki insanları uyuşturmuştur.”.  İnsanların gözden kaçırdıkları nokta ise internetin sadece alıcı ve satıcıların arasındaki iletişimi kolaylaştırdığıydı oysa fiziksel mesafe ve fiziksel taşıma masrafı hala devam etmekteydi. Ryan da aslında kitabında internetin coğrafyayı öldürdüğü konusunda fiziksel mesafeyi kastetmemektedir. Ona göre ölen şey, fiziki coğrafya değil uzak mesafeli mekanlar arasındaki iletişimsizlik ya da iletişim zorluğuydu. İnsanların bu yanlış algısı nokta-com krizinde krizin oluşumunu etkileyen yanlış bir algı olarak kitapta yerini almaktadır. Fakat nokta-com krizinin olumlu yansımaları da olmuştur. Örneğin insanlar bu krizden sonra e-ticaret hakkında bilinçlenmişlerdir. Böylece internet kendisi üzerinden alışveriş yapan, video izleyen, paylaşımlar yapan ve her şeyden önemlisi zor beğenen, kendine has kitlesini oluşturmuştur. Ryan’ın tabiriyle “artık kullanıcı Web’in kralı” konumuna erişmiştir. Ancak bu durum günümüzde hala devam eden doğru ve yanlış bilgi arasındaki çizginin erimesine yol açmıştır. İnsanlar internetten bilgi edinebilirken bu bilgilerin bazıları yanlış olabilmektedir. Bu durum da dezenformasyona yol açmaktadır. Bunun sebebi olan küresel medya patlaması,  Ryan’ın da değindiği üzere interneti  “dijital bir kürsü”  haline getirmiştir ve günümüz koşullarında herkes bu kürsüde bir şeyler paylaşarak “Web’e sesleniş” yapabilmektedir.           Kitapta bir yandan devletler bazında sanayi çağını geriden takip etmiş ülkelerin dijital çağı yakalamasının mümkün olduğu vurgulanırken bir yandan da siber savaş ve iSavaş tanımlamaları dikkat çekmektedir. Ryan’a göre siber savaş, tek bir kişi tarafından yürütülmezken iSavaş’lar tek bir botnet tarafından yürütülebilmektedir. Dolayısıyla iki devlet siber savaş gerçekleştirebilir hatta müttefikleri bile olabilir ancak tek bir kullanıcının gerçekleştirdiği bir siber saldırıyı siber savaş olarak değerlendirmek bu noktada yanlış olacaktır. Çünkü Siber Savaş ve iSavaş hem yöntem hem de amaç itibariyle birbirinden farklıdırlar. Gerçekten de hem nedenleri hem de sonuçları bakımından Siber Savaş ve iSavaş’ın farklılık göstermesi bizi bu noktada Ryan’a hak vermeye yönlendirmektedir. Sonuç olarak askeri endişelerin gölgesinde internet önce kendini oluşturmuş bir süre sonra merkezini kaybetmiş ve merkezinden kopan internet yayılmaya başlamıştır sonrasında ise kendi dünyasını ve kendi kitlesini oluşturmuştur. Siyasetten ekonomiye, sanattan güvenlik algımıza birçok şeyi değiştirmiş ve dönüştürmüştür. Bu noktada kitapta okuyucudan cevaplanması istenen asıl soru gelecekte internetin devlet yönetimi ve toplumun üzerindeki etkilerinin nasıl olacağıdır. Çünkü internet ve onun soyut dünyası son derece hızlı bir şekilde gelişmeye devam etmektedir.  Ryan, sorusuna cevap beklerken internetin biyografisini ele aldığı kitabını da insanlığa müşterek internetin riskleri ve avantajları konusunda haklı sayılabilecek bir uyarıyla bitirmektedir. Ona göre her ne kadar internet başlangıcından bu yana çok yol almış olsa da hala gideceği çok yol vardır. Pusulasız gidilen bu yolun devamında ise sadece fırsatlar dünyası değil aynı zamanda riskler ve krizler dünyası da yer almaktadır.


İlginizi Çekebilecek Yazılar





İletişim | Gizlilik | Kullanım Koşulları